24 Aralık 2020

Ma Rainey’s Black Bottom


Yönetmen: George C. Wolfe
Oyuncular: Chadwick Boseman, Viola Davis, 
Taylour Paige, Colman Domingo, Glynn Turman, Michael Potts
Süre: 94 dakika 
Yapım Tarihi: 25 Kasım 2020
Ülke: ABD
IMBD: 7.2/10 
Benim Puanım: 7/10

     Merhabalar değerli okurlar sizlere bu yılın nadide güzel filmlerinden birini takdim etmek istiyorum. Yani izlemeden önce bir önyargım vardı açıkçası, ama önyargım filmi izledikten sonra yıkıldı. Gayet güzel bir işe imza atmışlar.

    Bu film hali hazırda Amerika'da tiyatrolarda sık sık oynanan bir oyunun film versiyonu. Ma Rainey adındaki blues müziğin çıkışında parmağı olan ve bu işi en iyi şekilde yapan kadının çevresinde dönen olayları anlatmakta film. Dönen olaylar diyorsam yıllardan, aylardan veya günlerden bahsetmiyorum. Sadece bir günlük bir anılarını bizlerle paylaşıyorlar. Ma Rainey' black bottom şarkısının kaydı için ayrılmış bir günü konu alıyor başlıktan da anlaşılacağı üzere. film küçük bir tanıtım sonrası sanatçıların stüdyoya girmesiyle başlıyor, Ma Rainey'nin ayrılışı ile bitiyor. Siyahi halkın yaşadığı ve yaşamış olduğu sorunların üzerinde pesimist bir şekilde durmuşlar. Ama merak etmeyin klişe ile karşılaşmayacaksınız. Tiyatro oyunundan türeme olduğundan birden fazla tirat göreceksiniz filmi izlerken. Bu tabii ki tiyatro havası katıyor bir miktar ama ilk tiratı gördüğüm anda keşke dedim film tek çekim olsaydı yani Birdman, 1917 filmlerinde de gördüğümüz gibi uzun sahnelerden oluşsaydı. Gerçekten çok daha ses getirebilirdi. Keşke bu yöntemi seçselerdi, kendilerini akademide bile görebilirdik. Halen daha görme şansımız var fakat yüksek bir olasılığı yok tabii ki bunun.

19 Aralık 2020

Piyasaya Sürülecek Güzel Oyunlar #1

     Herkese merhabalar değerli okurlar. Bugünkü yazımda sizlere kendi alanımdan bir şeyler paylaşmak istedim. Ne yazık ki oyun sektörü kısa süreli, insan zihnini aptallaştıran yüzlerce oyunla kirlendi. Hyper casual adını verdiğimi tüket ve çöpe at tarzında olan oyunlar basitlikleri ve hiçbir şekilde anlamlı olmayan yapılarıyla insanların takıntılarına hitap ederek onları sadece telefon başında tutup zaman harcamasına sebep olur. O anlık, zorlanmadan yaşanan tatmin duygusundan ötürü de insanları kolayca ağlarına düşürürler. Ne yazık ki bu ağa takılan kişilerin en yoğun olan yaş grubu çocuklardır. Çocuklar hayatlarını hiçbir şey öğrenmeden boş bir ekranda şekilleri hareket ettirerek beynini öldürüyor adeta. Bu çok korkunç bir durum. Fakat benim yazılarımda asla böyle şeyler göremeyeceğinize emin olabilirsiniz çünkü benim en büyük düşmanlığım insanları robotlaştırmaya çalışan sistemleredir.

    Lütfen başlıktaki oyun kelimesini görüp de geçmeyin. Bu oyunlar barındırdığı zengin hikaye, görsel şölen ve didaktik yapısıyla çok başarılı yapımlardır. Aslında ben oyun sektörünün (sektörün tamamını değil) film sektörüyle eşit durumda olduğunu düşünüyorum. Bu yapımlar o kadar başarılı seviyelere ulaşıyor ki sizleri göz yaşlarına boğabiliyor çeşit çeşit duyguları içinizde hissettirip sizlere epey faydalı bilgiler öğretebiliyor. O yüzden yargılamadan önce bir kaç tane oyun oynayın derim. Eğer bir filmden keyif alıyorsanız, hikayeye sahip ve halk tarafından beğeni görmüş oyunları oynayabilirsiniz. Blogumda paylaştığım oyunlardan başlayabilirsiniz mesela BURAYA tıklayarak blogumda paylaşmış olduğum oyunları inceleyebilirsiniz.

    Lafı fazla uzatmadan size Piyasaya çıkacak olan yapımları göstereyim. Çıkış tarihlerini her oyunun başlığında parantez ile belirttim.


In The Valley of Gods (Çıkış Tarihi: Duyurulacak)

    Uzun zamandır beklemekte olduğum bir oyun olduğu için Bu serinin ilk tanıtılması gereken oyunu olduğunu düşünmekteyim.
    Firewatch oyunu ile büyük bir beğeni kazanmış, Valve şirketine satılmasıyla da biraz üzmüş olan Campo Santo adlı şirketin çıtayı epey yükselten oyunu. Trailer'ı izlediğimizde göze çarpan piramitler ve çöller sanırım ortamın nasıl bir yer olduğunu gösterir nitelikte. Firewatch'taki sanatsal anlayışı bozmayıp aynı şekilde bu oyunda da benzer yöntemleri kullanmışlar. Tarzlarını bozmamaları açıkçası beni sevindirdi çünkü bu şekilde devam etmek, 3A oyunlara bir meydan okumayı çağrıştırıyor benim gözümde. Hikaye konusunda herhangi bir bilgim yok fakat, güzel bir macera oyununun bizi beklediği aşikar görünüyor.
    2019 yılının son aylarında çıkması planlanan oyunun 1 yıldır çıkmamış oluşu soru işaretlerini de beraberinde getirmedi değil, umarız ki ilerleme duraklamamıştır.



ROAD 96 (Çıkış Tarihi: 2021)

    Son zamanlarda karavan alıp uzaklara gitme hayalimin de desteklemesiyle birlikte çok beğenebileceğimi düşündüğüm bir oyun oldu Road 96. Oyunu bugün fark ettim, aralık ayında ilk fragmanlarını yayınladıkları için olsa gerek. Hikaye açısından güzel bir çeşitlilik olacağını düşündüğüm bir oyun Road 96. Sanırım hikaye oyuncunun seçimlerine göre yönlenecek ve birden fazla sonu olacak.
    Hikaye olarak anladığım kadarıyla sınırı geçmek için yollara düşen bir kişinin hayatını konu alıyor. Hikaye konusundan beni tatmin edebileceğini düşünüyorum. Eğer tatmin edici bir hikaye sunarlarsa yılın en iyi çıkış yapan oyunu şirketi olabilirler. Bafta'da ödül bile kazanabilir elbette. Oynamak için can atıyorum diyebilirim çünkü çok merak ediyorum bu oyunu. Göreller ve teknikler şahane görünüyor.



Twelve Minutes (Çıkış Tarihi: 2021)

    Bu oyun, son zamanlarda pek de alışık olmadığımız kamera açısıyla karşımıza çıkıyor. Üstten görünümü olan bir kamera açısıyla yönetiyoruz tüm oyunu. Bol bol hikaye göze çarpan oyunda sanırım asıl ön planda olan tür dram/gerilim olacaktır.
    Oyun, bir adamın başından geçenleri anlatmakta. Bu adamın sıkışıp kaldığı bir zaman döngüsünde neler yaptığını oyuncuya sunuyor. Anlaşıldığı kadarıyla seçimler, hikayenin işleyişi açısında büyük önem arz etmektedir. Hikayeyi işleyiş tarzları epey hoşuma gittiği için bu seride kendilerine yer ayırdım. Umarız planlanmış olduğu zamanda çıkar diyelim.




09 Aralık 2020

Köpegim Charley ile Amerika Yollarında


 

    Herkese merhabalar değerli okurlar. Sizlere güzel bir gezi yazısı paylaşmak istiyorum. Bu gezi yazısında yaşamın getirdiği yorgunluğun etkisiyle yollara düşen John Steinbeck adlı yazarın 1960 yılında çıkmış olduğu yolculuğunu kendi ağzından anlatıyor. Çıktığı yolculukta neler yaptığını güzel ve özlü bir şekilde anlatmaya çalışmış yazar. Gereksiz bilgilerden uzak durup ilginç bulduğu ve tespit yapmaya değer olayları anlatmaya çalışmış kitap boyunca. Bu yüzden kitabı bir macera-yolculuk kategorisine koyamıyorum. Tıpkı Evliya Çelebi gibi memleketini gezip, gittiği yörenin beşeri ve fiziki özelliklerini güzel bir dille anlatmış. 
    Kitabın ilk çeyreğinde güzel bir noktaya değinmiş Steinbeck. "Bu yazdıklarımı okuduktan sonra benim gibi bir yolculuğa çıkarsanız hayal kırıklığına uğrayacaksınızdır. Çünkü her bir yolculuk farklı hisler içerir." der. Yani bir yolculuğa çıkacaksanız kendi hedefleriniz olmalı. Bu düşünceye sebep olan bir yazarla olan anısını anlatır. Gerçekten desteklediğim bir düşünce oldu bu; Çünkü insanlar empatiyi derin bir şekilde yapabilen canlılardır. Kişi bir insanın anısını dinlediğinde, kendisini de o anının içinde mutlu görür fakat ne yazık ki kişinin karakterine pek de uymayan bir anıdır o. Bu bir filmdeki kötü karakteri sevmeye benziyor bence. Gerçek hayatta nefret edebileceği bir insanı sırf film güzel işledi diye seviyor; portresinin olduğu tişörlerle geziyor ortalıkta. Halk ağzında buna özentilik diyoruz, daha doğrusu toplum özentiliği dememiz gerek. Çünkü bir fisyon reaksiyonunda olduğu gibi çok hızlı yayılan bir özentilik bu. Pek düşüncesizce hareket edip, insan toplum ne dediyse ona uyup toplum özentiliği gerçekleştirilmiş oluyor.

    Ne zaman bir şeyler anlatmaya başlasam konudan epey sapmaya başlıyorum nedense. Beynim bir yönde çalışmayı reddediyor adeta. Bir konuyu düşünürken, o konudan kopmak çok kolay olabiliyor.

    Kitap ile ilgili yorumuma tekrar dönecek olursam; kitabı okumaktan zevk alacağınızı düşünüyorum. Steinbeck, sanırım karakterinden ötürü insanlarla tanışmak için bir çabaya girmiş. İnsanların gelip oturmaları için ikna edebilmek adına karavanını güzel içkilerle doldurmuştur. Hatta kendi kendine güzel bir yöntem de geliştirmiştir insanlarla tanışmak için. Kamp için durakladığı bir yerde yakınlarda insanlar olduğunu anladığında köpeğini o insanların olduğu bölgeye doğru salar. Biraz zaman geçtikten sonra o bölgedeki insanları köpeğin yarattığı rahatsızlıktan kurtarmak için yola koyulur ve insanlarla bu şekilde konuşacak bir şey bulup tanışmış olur. Kendince geliştirdiği yöntem epey iş görüyor, aklınızda bulunsun belki kullanırsınız bu yöntemi. 

    Steinbeck yolculuğunun ilk yarısından çok keyif alıyor, her anın tadını çıkarabiliyor fakat sonrasında siyaset ve halk ilişkileri canını sıkmaya başlıyor. İster istemez bölge halkının aptalca fikirleri onu karamsarlığa itiyor bir miktar. Yolculuktan aldığı keyif bir şekilde yarılanıyor. Kendisi de diyor zaten "belli bir yere kadar geçirdiğim her an hafızamda fakat bir yerden sonraki kısımlar bulanık hatırlayamıyorum". O yüzden kitabın %90 kadarı yolculuğun ilk yarısını anlatmakta.

    Kitabın çok hoşuma gitmesine karşın ben sanırım böyle bir yolculuğa çıkmış olsam insanlarla pek de muhatap olmazdım. Steinbeck ile aramızdaki en büyük fark sanırım bu. Bu konu dışında bu tip bir yolculuğun her zaman hayallerini kurmuşumdur. Umarım sizlere de nasip olur böyle güzel ve huzurlu yolculuk. Okuduğunuz için teşekkür ederim ve iyi günler dilerim.



05 Aralık 2020

2020 ile Son Kış


     Merhaba değerli okurlar. Kış ayının temsili olan Aralık ayına 4 gün önce girmiş bulunmaktayız. Aynı zamanda 2020 ile olan dostluğumuzun sonsuza dek biteceği aydayız. Sizin oralar nasıl bilmiyorum fakat İstanbul henüz soğumadı değerli okurlar. Bir gün soğudu sanıp sıkı sıkı giyiniyorum ve dışarı çıktığımda bir bakıyorum güneş açmış ve çaresiz bedenim sıcaktan terlemeye başlamış. Bu karmaşayı pek anlayabilmiş değilim. Atmosfer adeta benimle oyun oynuyor gibi. Soğuk hava diye çıktığım yolda terliyorum ve üstüne terlediğim için de hasta oluyorum. Virüs dönemi bir nezle olmak bile insanı ürkütmeye yetiyor çünkü diğer insanlara zarar verebilecek olmak kötü hissettirebiliyor. Çok şükür nezleyi birkaç güne atlattım ve sapasağlam oldum ve başkasına da bulaştırmadım.


    Öğrencilik dönemimde Isparta'da bulundum. Oranın da havası pek değişkendi ama sevdiğim mevsim olan kış mevsimini bana doya doya yaşatıyordu. kaldığım 5 sene boyunca kış aylarında keyfim hep yerinde olmuştur oralarda. Sabahları epey zorlayıcı oluyor fakat o da gülün dikeni olsun diyelim. Karda yürümek, kara bastığımda çıkan sesleri her sene özlüyorum ve her kış ilk kar yağdığında ilk defa kara basıyormuşçasına içimi mutluluk sarıyor. İstanbul'da kış aylarında bulunamadığım için tanıdıklarımdan İstanbul'un ne halde olduğunu biliyorum. Kış aylarında İstanbul'a nadiren kar yağdığını bildiğim için, kar yağdığı zaman yasak olsa dahi sokakta yürüyüşe çıkacağım. Cezayı göze alıyorum açıkçası bunun için. Her sene beni hayata bağlayan ritüellerden birini daha es geçebileceğimi sanmıyorum. İnsanları hayata bağlayan bir sürü şey vardır, bir çoğunu hayata bağlayan ise başka insanlardı. Açıkça söylemek gerekirse benimkisi hiçbir zaman insan olmadı. Beni hayata bağlayan şey doğa ve evrende saklı, bana hayatta kalmamı söyleyen bir şeyler var adeta evrende ve bunun bir canlı olduğunu hiç sanmıyorum. Bilincimin sahip olduğu bu beden de canlı bir varlık. Dolayısıyla bu beni hayata bağlayanın doğa ve evrenden sonra bana da bağlı olduğunu söyleyebilirim. Yani hiçbir canlıya bağlı değilim yaklaşımı bir konuda yanlış oldu sanırım. Neyse biraz karmaşık oldu sanırım bu konu çok da mühim değil.

    2020 yılının son ayı için benim tavsiyem bu kötü geçmiş seneyi kötü bitirmeyin. Sevdiklerinizle zaman geçiremiyorsunuz, istediğiniz gibi seyahat edemiyorsunuz. Sizi kısıtlayan pandemi adında büyük bir güç var ortada. Bu sizin moralinizi bozmasın, bu son ayınızı kendinizi geliştirerek ve planlar yaparak geçirin. Virüs bittiğinde neler yapacağınızı düşünün ve bu yapacaklarınızla ilgili bir şeyler yapın. Yolculuk mu etmek istiyorsunuz? destinasyon belirleyin ve gideceğiniz yer ile ilgili derinlemesine araştırmalar yapın; Arkadaşlarınızla vakit geçirmek mi istiyorsunuz? Olası etkinlikleri düşünen ve şimdiden planlamaları yapmaya başlayın... Bununla ilgi bir mim bile yapılabilir. bu tip planlar insanı hayal kurmaya teşvik eder ve sizi mutlu eder. O sebepten ötürü düşünmek yapmanın yarısıdır derler; çünkü düşündüğünüz zaman o etkinlikten alacağınız keyfin bir kısmını alıyorsunuz zaten.

L. Birge Harrison - Kış Akşamında Yürüyüş

    Kış aylarına temsilen temayı da değiştirdim, arkaplanda ve yazılarda bir takım renk değişiklikleri yaptım ve daha güzel olacağını düşünerekten beğendiğim bir tema oldu. Dışarıda göremediğim kışı bloguma getirdim.

    Her birinize güzel bir aralık ayı diliyorum. Bol karlı bir aralık ayı geçmesi dileğiyle sağlıcakla kalın.

30 Kasım 2020

Çocukları Yöneten Yapay Ebeveynler

  Herkese merhabalar değerli okurlar. Son zamanlarda sosyal medyada, izlediğim video ve filmlerde gördüğüm ve halka sadece bir yönden bakmaya teşvik edici yapımlar gördüm. Bu yapımların sayısı o kadar arttı ki artık insanlara ulaşmanın en büyük yaş grubu, çocukları hedef almaya başladılar. Çocukları hedef almanın ne kadar tehlikeli olduğunu sanırım benim sizlere söylememe gerek yoktur. Nörolojik olarak çocuklar, çocukken ne gördüyse hayatları boyunca gördüklerini uygularlar. Çocukluğun belli dönemleri vardır ve belli yaşa gelene kadar yönetilmiş olan bir kişinin, bireysel olarak tabularını yıkması hemen hemen imkansız bir hale gelmektedir.


    Ailesi tarafından pek de umursanmayan çocuk, onu umursadığını sandığı herhangi bir şeye sarılır. Örneğin ailesine oranla daha çok destek gördüğü bir insana karşı anne veya baba rolünü rahatlıkla yükleyebilir. Bu da demek oluyor ki artık çocuğun karakterini belirleyen süreci ebeveynler yerine anne-baba modeline sahip birey oluşturur. Dolayısıyla bir çocuğun güvenli bölgesi ve hatta huzurlu bölgesi bu kişinin daima yakınında bulunur. Şimdi bu ana-baba rolünün değişmesi senaryosuna kuş bakışı bir mesafeden bakalım: Annenin ve babanın, bir çocuğun gelecek yaşantısında olacağı kişiyi belirlediğini söylemiştim. Şimdi bu anne baba ile yer değiştirmiş olan bir başka karakterin oluştuğunu düşünün. Bu karakter çocuğun artık yeni anne baba modeli olmuştur ve artık bu karakterin davranışlarına göre geleceğini belirleyecektir. Bu karakter iyi de olsa kötü de olsa artık çocuğa sahip olmuştur ve nasıl isterse o şekilde bir insan yaratacaktır. Bunun tehlikesini anlamanız için gerçek hayattan basit bir milliyetçilik örneği vereyim. Bizler doğuştan milliyetçi doğmayız, milliyetçilik bizlere öğretilir. Bu milliyetçilik uğruna korkunç şeyler de yapabiliriz, harika şeyler de yapabiliriz. Yani bu demek oluyor çocuğun anne baba modeli olan karakter bu tip bir duyguyla yetiştirilen bir çocuğu artık kölesi haline getirebilir. Görüyor musunuz bu işin ne kadar kolay olduğunu? Bir hint atasözü der ki: "
Çocuklarınızı 6 yaşına kadar bana verin, 60 yaşına kadar sizin olsun." yani kısaca 6 yaşına kadar yapacaklarımı siz 60 senede yapamazsınız.

    Bir önceki paragrafta anlattıklarımı iyice anladıktan sonra asıl konumuz olan "yapay" ile ilgili olan kısma geri dönebiliriz. Son zamanlarda mutlaka görmüşsünüzdür hemen her çocuğun elinden düşmeyen tablet ve telefonlu manzaraları. Bu durumda olan çocukların ailelerine de bakmanızı istiyorum aynı zamanda. Bir çocuğun bu durumda olmasının ailelerinin büyük bir hatası olduğunu göreceksiniz. Ailesi çocuğuyla ilgilenmek yerine kolay bir yöntem olan ve çocuğun anında sesini kesmesine yarayan yöntem olarak telefonu çocuğun eline tutuştururlar. Bu davranışın ne kadar korkunç olduğunu anlamayan aileler için sorunu çözdüğünü düşünüp ayaklarını uzatıp rahatlamak kendilerine hak sayılıyor. Gelişim çağındaki bir bireyin anne-baba modeli olarak seçtiği, kesinlikle "aptal" olarak nitelendirebileceğim zihni boş insanlara karşı beslediği duyguları artık anne ve baba için besleyemiyorlar. Çocuk için anne ve babası sadece ona yemek veren ve barınma sağlayan yabancılar olmaya başlıyor. Youtube'da gördüğü tipler ise ona en yakın olan insanlar olmaya başlıyor. Şimdi hiç tanımadığı hatta yakından bile görmediği ve çocuğunuzun bu insanların yolundan gitmesi sizleri rahtsız etmiyor mu? Çocuğunuzu yabancı bir insanın eline vermezsiniz ama çocukların beynini bu insanların eline vermenin siz ebeveynler için hiçbir sıkıntısı yok öyle mi? Eğer normal geliyorsa lütfen yazdıklarımı tekrardan okuyun.

    Çocuklarınıza "Bu çocuk neden böyle oldu yahu?" diye kızmadan önce "Biz bu çocuğa ne yaptık?" diye kendinize sormanız gerekiyor. Çünkü o yaşta bir insan bilinçli bir şekilde hareket etmez tam anlamıyla, çevresinden gördüklerini uygulayarak hareket ederler. Yani çocuklarınız sizleri taklit etmeye çalışarak bu hayatı öğrenirler. İnsanlar gibi tüm memeliler de aynı şekilde gelişme dönemlerini sürdürürler. Avlanmayı ve iletişim kurmayı bu şekilde öğrenirler.

    Okuduğunuz için teşekkür ederim. Fikirlerinizi yorumda belirtirseniz çok sevinirim.






29 Kasım 2020

Hillbilly Elegy


Yönetmen: Ron Howard
Oyuncular: Gabriel Basso, Amy Adams, Haley Bennett
Süre: 115 dakika 
Yapım Tarihi: 11 Kasım 2020
Ülke: ABD
IMBD: 6.6/10 
Benim Puanım: 4/10

    Herkese merhabalar değerli okurlar. Bu postta sizlere bir otobiyografiden uyarlanmış bir filmden bahsedeceğim. Hillbilly Elegy, J. D. Vance adlı kişinin hayatındaki zorlukları ve ailenin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalışan bir film. Ne yazık ki film yine bir netflix filmi dolayısıyla aldığı puanlardan da şişirilmiş bir film olduğunu anlamış olmalısınız.
    Aslında film için anlatacak pek de bir şey yok. Klasik kişisel gelişim kitaplarından hoşlanıyorsanız bu filmden de hoşlanabilirsiniz. Ne kadar konuyu doğru düzgün işleyememiş olsalar bile izleyici olarak filmde olan olaylar, empati duygumuzdan ötürü bizi etkileyecektir. Yani teknik anlamda biraz zorlama bir film olmuş diyebilirim.
    Filmlerde aradığım en önemli unsur kurgudur benim için. Bu unsurdan ötürü kurguda yapılan hatalar ve konunun düzgün işlenememiş oluşu epey canımı sıkıyor. Sinematografi deseniz pek de iyi diyemeyeceğim. Aslında bu tip biyografi filmlerinde sinematografinin muazzam olmasını bekleyemeyiz. Bu sebepten ötürü bu konuda filme çamur atmayacağım. Asıl çamur atılması gereken kısım kurgudur. Senaryonun işleyişi o kadar can sıkıcı noktalara geliyor ki sanki filmi oldu bittiye getirmişler hissiyatı uyandırıyor. Sanki işi yapmak istemeyen insanlara zorla iş yaptırılmış gibi geliyor. Bu yüzden filmi izleyecekseniz eğer, kurgu ile ilgili çıtayı pek de yüksek tutmamanızda fayda var.
    Film J.D.'nin çocukluğundan başlayıp mutlu ve düzenli bir hayata geçişini anlatıyor, bu süreçte yaşadığı ailevi sıkıntılara bizzat şahit oluyoruz ve dediğim gibi empati duygumuzdan ötürü film bazı noktalarda etkileyici olabiliyor. Düzgün olmayan bir aile yapısının ve bencilliğin ne gibi sorunlar doğuracağını tekrardan hatırlatır nitelikte diyebilirim. 
    Piyasaya çıkmadan önce büyük ses getireceği yönde iddiaları vardı yapımcıların ve kitabı daha önce okumuş insanların. Hatta oscar ödüllerinde yer alabileceği yönünde bir sürü film öncesi yorumlar da gördüm. Şunu dile getireyim burada: Eğer bu film akademi ödüllerine aday olursa, film sektörü çok kötü bir yere gidiyor demektir; hatta daha kötüsü, film sektörü gerçekten çok kötü bir yerdedir.

27 Kasım 2020

The Trial of the Chicago 7


Yönetmen: Aaron Sorkin
Oyuncular: Sacha Baron Cohen, Eddie Redmayne, 
Jeremy Strong, Joseph Gordon-Levitt, Yahya Abdul-Mateen II
Süre: 130 dakika 
Yapım Tarihi: 25 Eylül 2020
Ülke: ABD
IMBD: 7.9/10 
Benim Puanım: 8/10


    Yepyeni bir filmle daha karşınızdayım. Film tam olarak iki ay önce seyirciye sunuldu. Ne yazık ki bu film haklarını Netflix aldığından sinemalarda gösterime girmedi. Ben hep bu tip filmlerin sinemalarda izlenmesinden yanayım. Benim filmi biraz geç izlemiş olmamın sebebini de buna bağlıyorum ben. Netflix'i takip edemiyorum, nasıl oluyor bilmiyorum ama Netflix'i takip etmekte çok zorlanıyorum. Netflix, mobil oyun sektöründe "Hyper-Casul" olarak tabir ettiğimiz seri bir şekilde tüket ve seri bir şekilde terk et mantığıyla çalışmakta. Bu demek oluyor ki; Kullanıcının merakını uyandırabilecek olguları belirle ve ona göre içerik üret. İçerin ne olduğu önemli değil, sadece halkın rahatlıkla tüketebileceği bir şeyler olsun. Dolayısıyla bu mantıkla geliştirilen bu ürünler, kısa süreli tüketiminin ardından tamamen unutulup gidiyor. Bu konuya bir başka yazımda detaylı olarak değineceğim için kısa tutuyorum ve filme geçiyorum.



    Film 60'lı yıllarının sonu Amerika'sında geçiyor. Özgürlükçü düşüncelerin yaygınlaştığı ve hükümetin de tehlikeli gördüğü bu harekete karşı koyduğu tepkilerin olduğu zamanı anlatıyor. The Trial of the Chicago 7 filmi, Türkçe'de Şikago Yedilisi olarak anılan bir grup aktivistin yargılanma sürecine değinmiş. Bu yedi kişi, her biri farklı bölgelerden gelmiş ve farklı statülere sahip olan insanlardan oluşmaktadır.  Şikago Yedilisinin temel hedefleri arasında Vietnam Savaşını durdurmak geçmektedir. Yani hep beraber ülke çapında ses getirebilmek ve tüm dünyanın da olanlardan haberdar olabilmesini sağlamak adına Şikago'da birleşip eylemler yapmaya karar verirler. Tabii ki bu planlar yapılırken hükümetin gözü de Her bir farklı gruptan insanın toplanacağı Şikago'ya odaklanmıştır. Başarılı bir girişim olması halinde hükümete zarar verebilecek çapta bir eylem söz konusuydu. Bu yüzden güvenlik önlemleri almak yerine eylemcileri nasıl sustururuz planları yapmaya başladılar. Bu planlardan en mantıklısı olan ise eylemcileri kışkırtıp, karşı saldırıya geçmelerini sağlamaktır. Ki bunu başarırlar da, Şikago yedilisi bu planın farkında olduğundan ellerinden geldiğince eylemcileri sakinleştirmeye çalışır fakat ne fayda. Tahmin edeceğiniz gibi olaylar olur ve Şikago Yedilisinin yargılanması başlar. Yeterince bir şeyler anlattım, gerisini film izlerken öğrenmiş olursunuz zaten.

    Teknik açıdan konuşmak gerekirse film benim için epey güzel bir filmdi. Hem sevdiğim dönemi işlediği için de ayrıca sevdim filmi. Sinematografi açısından birkaç sahne dışında epey güzel iş çıkartılmış. Yönetmen ve teknikleri sıradan diyebileceğimiz teknikleri güzel bir şekilde kullanmış. Hikaye zaten güzel fakat işleyişinde birkaç sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Çünkü film giriş kısmı için ortalama bir güçte, gelişme kısmı için mükemmel bir güçte fakat sonuç kısmında epey düşük bir güç. Gelişme kısmında bu kadar yükselten bir filmin finali yükseltmeyince biraz keyif kaçırabiliyor. Onun dışında film ve oyunculuklar harika denebilir. İyi seyirler dilerim.

17 Kasım 2020

İlhamını Doğadan Alan Ressam Paul Klee

 Paul Klee, 1879 doğumlu İsviçreli bir ressamdır. Renk teorisi hakkında büyük bir bilgi birikimi olan Klee, Resimlerini çizerken adeta bu renkleri yaşıyormuşçasına kullanmıştır. Ben kendinden bahsetmeye yetecek kadar bilgiye sahip olmadığımdan sadece resimlerini sizlerle paylaşacağım. Belki sizin de ilginizi çeker ve araştırırsınız bu değerli ressamı.



03 Ekim 2020

Martin Eden

   Martin Eden - Jack London İş Bankası Kültür Yayınları Fiyatları ve  Yorumları | En Ucuzu Akakçe 

Merhabalar değerli okurlar bugün bitirmiş olduğum bir diğer kitap hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. Okuyanlarınız vardır elbet bu kitabı. Okumayanlar için benim için gerçekten bir öneri niteliğindedir bu kitap. Kitapta zorlukların üstesinden pes etmek gibi bir huyu olmayan bir karakterin hayatı anlatılıyor. Asla pes etmeyen bir insan nasıl olur diye merak ederseniz de açıp birkaç satır okuyabilirsiniz tabii ki

    Kitabın yazarı olan Jack London, üslubunu hiç bozmadan yazmış bu kitabı da. Temelde kitabın konusu Martin Eden adındaki bir gencin yazarlık macerasını anlatmaktadır. Fakat Martin Eden bu yazarlık serüvenine hiçbir bilgisi olmadan çıkmıştır ve bu yolda kendini eğitmeye çalışmıştır. Bu çabalamayı gördüğünüzde şaşıracaksınız, bir insan nasıl bu kadar hırslı olabilir diyeceksiniz. Ben gibi pek ruhsuz bir insansanız elbet ki epey ilginç gelecektir sizlere Martin karakteri. Öğrenilecek bir sürü şey barındıran bir karakter Martin Eden. O yüzden okurken ana karakterin hissettiklerini empati yaparak hissetmeye çalışmanız gerekmekte.

    Evet spoiler vermemek için konusundan daha fazla bahsetmek istemiyorum. Aslında çok da spoiler barındıramaz anlattıklarım, ben sadece okurken bazı hususları siz keşfedin diye susuyorum. Arkadaşınız gibi benimseyeceğiniz bir karakteri yavaş yavaş çözümlemek daha keyifli olacaktır.

25 Ağustos 2020

"Pandemi Döneminde Okullar Açılmalı Mı?" Sorunsalı

       Merhaba değerli okurlar. Bu postta sizlere gündeme oturmuş veya oturmakta olan bir konudan bahsedeceğim. Yazıma başlamadan önce belirtmek istediğim bir husus var. Bu konuda olan tartışmaların hepsi tek taraflı düşünülmüş olduğu için hiçbir sonuca varılmış değil. Sadece birkaç tane sebepten okullar açılsın veya açılmasın diyen insanlarla dolmuş ortalık. Ben bir çok yönden inceleyeceğim bu durumu umarım bunu başarabilirim.

       Öncelikle yazının başında fikrimi söylemem istenirse bu "Okullar Açılsın" olur. Okulların açılması gerektiğini her söylememde bir takım insanlar fikrimin saçma ve aptalca olduğunu, fikrimi Avrupa  ülkelerinden örnekler vererek çürütmeye çalışıyorlar. Bir kişi bile sormuyor neden düşüncemin bu şekilde olmadığını. Bu fikre en karşı çıkan kesim ise ilkokulda çocuğu olan kitle ile üniversitenin amacının öğrenmek değil geçer not almak olduğunu sanan kitle. Ailelere çok da bir şey diyemiyorum bilgisizliklerine veriyorum çünkü çocuklarına gribin, koronadan çok daha zarar vereceğinden pek de haberleri yok. Korona gibi bir hastalığın çocukları için tehlikeli olmadığını bilmiyorlar (çocuğumun sağlığını düşünüyorum diyenler için söylüyorum). 


       Söz meclisten dışarı diyerek kendimi sağlama alayım öncelikle. Aileler çocukların öğrendiklerinden çok aldığı notlarla ilgilendiği için bilemiyorlar okula gitmek ile gitmemek arasındaki farkı. Aldığı nota göre ödüllendirilen bireyler, önemli olanın not olduğunu kafalarına koyuyor ve hayatını da bu şekilde yönlendiriyor. İlkokulda yüksek notlar alıp takdir toplayan arkadaşlarınızın ileriki hayatlarındaki başarısızlığı buradan gelmektedir. Eğitimin para için gerekli olduğuna inanmış ve bunu uygulamaya almış olan eğitimsiz bir aileden beklenen bir tablodur bu. Eğitimin önemini kavramamış bir ebeveynden beklenen de tabii ki okulların açılmasına karşı duruşudur. Bir konuda ailelere hak verebilirim o da çocukların virüse karşı pek bilinçli olamayacağı konusu. Çocuğun hasta olması demek bir çok kişinin hasta olması demek, çocuk virüs bilincini kafasında oturtamadıysa işte sorun gerçekten büyük noktalara varabiliyor. Eğer sistematik bir şekilde önlemler alınırsa okullar ve öğretmenler bilinçli davranırlarsa pek bir sorun yaratacağını sanmıyorum.

       Üniversite için konuşacak olursam eğer ben kesinlikle açılmasından yanayım. Sebebi çok net aslında çevremde çok üniversiteli öğrenci var ve derslerden nasıl geçtiklerini çok güzel gözlemleyebiliyorum. Henüz bir dönem geçti aradan ve o dönemde gördüğü derslerden hiçbir şey anlamayan öğrenci doldu ortalık. Üstüne bu öğrenciler yaz okulunda bir dönemi dolduracak kadar ders aldılar ve onlar için amaç olan ortalamalarını yükselttiler; çünkü yüksek ortalama onlar için para demek. Öğrencinin başlangıç derslerinin bu şekilde boş olması, kuracağı binanın temelinin sağlam olmayacağı anlamına gelmektedir. Bu yüzden eğitimin işleyebilmesi için kesinlikle üniversitelerin açılması gerekmektedir. Eğitim insanlığın elinde tutması gerektiği en önemli hazinedir. Paranın Bilgiden daha büyük bir hazine olduğunu düşünmüyorum.


       İnsanoğlu yıllar boyu oluşan bilgi birikimleriyle şu anki konumunda bulunmaktadır. Her geçen gün birikmiş olan bilgiye bir yenisi ekleniyor. Giydiğiniz tişört, kullandığınız bardak, sürdüğünüz araba hepsi bu birikimin sonucu ile gelişmektedir. Ne yazık ki insanoğlunun büyük bir bölümü bu birikimden yararlanmayı ve bu birikime bir şeyler katmayı reddetmektedir. Bu insanları çok iyi tanıyorsunuz, hepinizin çevresinde bulunan primatlardan bahsediyorum. Primat bir günde neler yapar düşündünüz mü hiç? Uykularından uyanırlar, yemeklerini yerler, sosyalleşirler, temizlenirler, canları sıkıldığında oyunlar oynarlar, seks yaparlar, kavga ederler... daha da tanıdık gelmeye başladı değil mi? Siz de bir primat mısınız yoksa kitaplarda geçen, filmelere konu olan, bu hayatta sıradan hayvansal iç güdüsü ile çizilmiş yolundan ayrılmış birer bilinçli bireyler misiniz? "Sizler paranız kadar değilsiniz"[1] Dünyada para için çalışıp paraya hizmet etmek için gelmediniz.


[1] - Chuck Palahniuk, Fight Club, 1999

19 Ağustos 2020

Cream - Bir kısa film

 

    Merhabalar değerli okurlar bugün sizlere yazdıklarımı okutmanın aksine David Firth yapımı olan bir kısa filmi göstereceğim. Distopyanın bir ütopyayla harmanlanmış hali diyebileceğimiz bu kısa film, toplumun basit bir belgeselini sunmuş adeta. Halkın adeta bir kukla olarak yaşadığı ve çoğumuzun bunun farkında dahi olmadığı bu dünyada, mükemmel bir keşfin hikayesini anlatıyor Firth. Buyurun daha fazla uzatmama gerek, demek isteyeceğim her şey kısa filmde mevcuttur.


13 Ağustos 2020

Bilinçsiz Sosyal Ağ

    Merhabalar değerli okurlar, gün geçtikçe sakalım uzamaya başladı. Kökü bende tabii ki uzayacak fakat sakalın uzaması demek boşa geçen bolca zaman ve harcanmakta olan bir hayat demek. Yaz geldi, aslında geldi demek doğru olmaz çünkü ağustos'u yarılamak üzereyiz; fakat ben halen yerimde saymaktayım. Zamanın en büyük hastalığına yakalanmış sayıyorum artık kendimi: Tembellik...

    Evlerde oturarak her bir işimizi halledebildiğimiz bir çağa geçiş yapmaktayız hızla. Artık köşedeki markete gidemez olduk, yemek yemeye gidelim yerine söyle kapına gelsin muhabbeti başladı. Haliyle de günlük hayat distopya kurgularındaki gibi olmaya başladı. Yine bu tip sıradan bir gün dışarı çıkmaya karar verdim kitap almak için. Kendi kendime karar verdim o gün bari dedim kitabı telefondan okumayayım gidip alayım. Öyle de yapmak adına düştüm yola. Dolmuşa binildi ve indikten sonra 10 dakikalık bir yürüyüş başlamış oldu. O sırada görmüş olduğum bir yazı dikkatimi çekti. Yolda yürürken Hacıkızı'nın(lahmacuncu) bir kampanyasına ilişti gözüm. Kampanyanın başlığında "Evde yemek yapmanıza gerek yok" yazıyordu. Bunu gördüğüm an biraz tuhaf hissettim, düşündürdü beni yolumda yürürken. Lanet bir şekilde de huzurumu bozmuştu bu yazı. Tabii ki biliyordum şirketlerin paradan başka hiçbir şeyi umursadığını ama yine de tuhaf hissetmiş bulundum işte. İnsanlığın geldiği hale dönüşmesi bir film şeridi gibi geçti aklımdan. Gün geçtikçe insanoğlu daha da tembelleşmekte. Artık insanlar da birbirini kullanmaya başladı tabii ki, yani kılını kıpırdatmadan keyfinin olmasını beklemekte. Hal böyle olunca da düşünüyorum böyle bir yaşam modeli istiyor muyum diye. Elbette isteyecek bir sürü insan olacaktır. İsteyecek olanlara tabii ki bir şey demiyorum. Herkes kendi hayatını yaşar.

    Dev şirketler... Daha fazla para kazanmak için insanların hayatlarına girmeyi ve insanları kandırarak insanların duygularıyla oynamayı kendilerine hak görüyorlar. Şimdi oradan insanların kafası yok mu da böyle şeylere kanıyorlar diye. Tabii ki herkesin aklı var fakat bu aklı sizin yönettiğiniz de şüpheli. O yüzden reklamlar insanları etkileyebilecek tipte yapılmaktadır. Yani ister istemez sizler de bu oyunun bir parçası oluyorsunuz. Tavsiye vermekten nefret ediyorum ama hiçbir şekilde şirketlere güvenmeyin. Aslında şirketleri yöneten de insanlar. İnsanlara da güvenmemek gerek. Hayat bir savaş sahası ve bu savaş sahası çok kanlı bir yer.

Kafamda bir sürü düşünce olduğundan pek spesifik yaklaşamadım konuya. Çorba gibi, sonucu olmayan bir deneme yazmayı başardım. Buraya kadar okuduysan teşekkürler seviyorum seni.

fat humans

28 Nisan 2020

Pandemi Güncesi #2

     Herkese merhabalar değerli Soğuk Mutluluk okurları. Nasılsınız? umarım iyisinizdir. Beni soracak olursanız pek de fena değilim. Hayatımı normal bir şekilde devam ettiriyorum. Pandemi Güncesinin 2. bölümü ile karşınızdayım.
    Bu bölümde de sizlere ufak bir sohbet edeceğiz. Hoş olabilecek türde bir sohbet diyebiliriz.

    Pandemi diye diye içimiz dışımız pandemi olmuş durumda. Ülkede neler oluyor dünyada neler oluyor öğrenemiyoruz. Haberleri açıyoruz pandemi, youtube'u açıyoruz pandemi, insanlarla sohbet ediyoruz yine pandemi. Artık gına geldiğinin hepimiz farkındayız. Artık insanlarda panik de kalmadı insanlarda. Çünkü corona hayatımıza o kadar girdi ki, o da bizden birisi oluverdi. Bu yüzden sizlere virüsten bahsetmeyeceğim güncelerimde. Bu seri sadece bir tavsiye serisi olacaktır.

    Bu yayında sizlere, tıkılıp kaldığınız evlerinizde neler yapabilirsiniz birtakım ülke yemeklerinden bahsetmeye çalışacağım. Gayet akıcı bir yayın olması dileğiyle. Başlayayım listeye.

Yemek Yapma Yeteneğinizi Geliştirin
    Bir çoğumuz yemek yapmaya bayılırız, yaptığımız yemek de lezzetliyse bizden mutlusu olamaz. bu süreçte kendinizi bu konuda geliştirmeniz için müthiş bir fırsat doğdu. Tüm gün evde oturuyorsunuz ve birtakım farklı yemekleri öğrenmeye çalışmanız sizler için harika bir yol olabilir. Eğer ne yapacağınızı bilmiyorsanız internetten bulduğum birkaç tane leziz yemek isimleri. Yapmayı deneyebilirsiniz
    Bugünlük burayı yemek sitesi olarak görüyorum...

Mantarlı Soğanlı Pizza


    Listenin ilk sırasına bu mükemmel yiyeceği koymak istedim. Aranızda soracaklar vardır "Soğanlı pizza mi olur?" diye. İnanın bana sizi çok iyi anlıyorum bu soruyu sorarken; fakat bu lezzetli atıştırmalığı yiyene kadar bu düşünceleri tutun. Tutun ki yedikten sonra bana hak vereceksiniz.
    Bu atıştırmalık Polonya'da çok ünlü olan bir atıştırmalık. Biz nasıl poğaça yiyorsak sabahları, birçok Polonyalı da soğanlı pizza yiyor sabahları. Sabahları çok tüketildiğinden girdiğim bir pastaneden istemiştim bu pizzayı. Lehçem olmadığından gözüme iliştirdiğim pizzayı seçtim sadece, "cabula" yazıyordu pizzada. Tabii içeriğinde soğan olduğunu yediğim sırada fark ettim. Bu şekilde tanışmış oldum bu lezzetli yiyecek ile. Tarifine BURADAN ulaşabilirsiniz. Eğer çeviride sıkıntı yaşarsanız sizler için bu lezzetin düzgün çevirisini yapabilirim.

Falafel


     Ham maddesi nohut olan leziz bir Orta Doğu yemeği. Hemen her Orta Doğu ülkesinde bu yemeği sıkça görebilirsiniz.

Tikka Masala


     Sokak yemekleri ile ünlü olan Hindistan'a ait lezzetli bir yemek. Körinin ana vatanı olan Hindistan bildiğiniz üzere köriyi sıkça kullanmakta, bu yemekte de yoğun bir köri karşılıyor yiyecekleri. Eğer köriye bayılıyorsanız, sanırım sizin için mükemmel bir seçim olabilir.

Pierogi


     Listeye Polonya'dan dahil olmuş bir diğer yemek ise pierogi. Hakkını yiyemem bu lezzetli yemeğin. Sıkça tüketilen bir yiyecektir.

Çilekli Işgınlı Muffin



Sultan Sarması


24 Mart 2020

Pandemi Güncesi #1

Slowly


      Merhaba değerli okurlar pandemi güncesi serisinin ilk bölümünden sesleniyorum. İlk bölümde sizlere çok harika bir uygulamadan bahsetmek istiyorum. Posta geçmeden sizlere birkaç konudan söz edeceğim.

     Bildiğiniz üzere covid-19 son hızda yayılmaya devam ediyor, dolayısı ile insanlar salgının yayılmaması için veya hastalanmamak için evlere kapanmış durumda. Evlere kapanan insanlar haliyle interneti bolca kullanmaya başladı. Youtube ve netflix önlem olarak, hizmetin kesilmemesi adına video kalitelerini düşürdü. Dünyanın en kaliteli sistemine sahip olduğunu düşündüğüm google bile böyle bir karar aldıysa, internet kullanımının ne kadar ciddi bir seviyede olduğunu tahmin etmek çok zor değildir.
    İnternet kullanımının artması ile sosyal medyadaki linç oranlarının da arttığını görmekteyiz. İnsanlar toplumda yer edinebilmek için bir sürü insanı idol olarak seçmeye çalışır kendisine. Durum böyle olduğunda idol olarak seçtiği kişinin yaptıklarını havalı bulduğundan, aynını yapmaya çalışır. Durum böyle olduğunda ise yapıyor olduğu şeyi kendi iradesi dışında, hiçbir şekilde düşünmeden yapmaya başlar. Yaptıklarının kötü bir şey olduğunun farkına bile varamaz. Bir insanın hayatını mahvetmek veya bir insanı öldürmek onun için önemsizdir; çünkü idol kaynağını taklit etmezse toplumda yer edinemeyeceğini düşünüyordur. O yüzden lütfen, başkasının fikirlerini benimseyip hareket etmeyin. Bir eyleme geçmeden önce düşünün.

"Sosyal medyada linç akımına kapılıp özgür iradenizi çöpe atmayın!"


     Biraz uzun bir başlangıç olduğunun farkındayım fakat bundan bahsetmezsem içimde kalırdı elbet. Şimdi sizlere Slowly adlı uygulamadan bahsedebilirim mutlulukla...

     Nedir ulan bu Slowly? diyeceklere tek cevabım mektuptur.
     Slowly uygulaması sayesinde çok geçmiş yıllardaki gibi insanlarla mektuplaşabilirsiniz. Bu uygulama sayesine bir sürü yeni insanla tanışabilirsiniz ve onlarla mektuplaşabilirsiniz. Uygulama mesajın gönderilme süresini, iki kişi arasındaki mesafeye göre belirliyor. Mesela filipinlerde tanıştığım birine mesajımın ulaşma süresi tam 1 gün. veya türkiyede 300 kilometre uzağımda olan birine mesajımın ulaşma süresi 1 saat gibi...

    Evde oturup dilinizi geliştirmek için insanlara uzun uzun mektuplar yazabilirsiniz. İnsanlardan harika hikayeler dinlemek için de bu uygulamayı tercih edebilirsiniz.
    Uygulamayı yapan geliştiriciler neredeyse tüm detayları düşünmüşler. Bir mektubu yazdıktan sonra o mektuba pul yapıştırmanız için bir seçenek mevcut, istediğiniz bir pulu seçip mektubunuza yapıştırabilirsiniz.
     Uygulamada profil fotoğrafı için uygulamanın karakter oluşturucusundan kullanmaktayız. İstediğiniz gibi bir tipleme oluşturabilirsiniz. ruhunuzda yatan ne ise.












Aşağıdaki linklerden uygulamayı indirebilirsiniz



20 Mart 2020

Morgue Sokağı Cinayeti

        Herkese merhabalar değerli okurlar, Edgar Allan Poe'nın bir başka kitabını okumanın mutluluğla yazıyorum sizler. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bu kitabı okuduğunuz zaman çok daha iyi olabileceksinir. Polisiye gibi işlenen; fakat en azından benim bir polisiye diyemeyeceğim türde bir kitaptan bahsedeceğim sizlere.
 
      Poe amcamız bizlere dikkatli olmamızın neden gerekli olduğunu anlatır gibi bir kitap yazmış. Kitabın başında bizlere çözümleme hakkında fikrinden bahsediyor ki ne anlattığını daha iyi anlayalım.

     Poe, kitapta Dupin adlı (Odak noktası olan karakter) biraz fazla pohpohlamış gibi görünüyor. Buradan Dupin'e olan hayranlığını görmekteyiz. Kitabı öyle bir anlatışı var ki sanki gerçekten yazılanları, yazarın yaşadığını sanırsınız. Diğer kitaplarda da Dupin ismini göreceğiz. Dupin Edgar Allan Poe'nun yarattığı karakter olan Dupin, aşina olduğumuz Sherlock Holmes karakterinin benzeri bir karakter. Gayet cool diye tabir edebileceğimiz işinin ehli bir karakter. Edgar Allan Poe, kitabunda Dupin karakterinden, ev arkadaşıymış gibi bahseder. Yani kahraman anlatıcının bakış açısı ile yazılmış olan bir kitaptır.
      Kitaptan keyif alacağınızı düşünüyorum çünkü dili çok kolay ve konabilir, hikaye gayet sürükleyici ve kitap kısa olduğu için pek de zamanınızı almayacak türde bir kitaptır. İlginç bir cinayet vakasını konu aldığından, durumun ilginçliği de ilginizi çekecektir.
      Her zaman yaptığım gibi bu postta da kitap hakkında daha fazla detaya girmeyeceğim. Kitap zaten kısa, anlatıp sizlere spoiler vermek istemem.

Tekrar görüşmek dileğiyle... Hepinize sağlıklı günler diliyorum.



Pandemi Güncesi #0

       Son zamanlarda gündemdeki aktifliğini hiçbir şekilde yitirmemiş olan coronavirus pandemisi ile ilgili, diğer blog yazarlarında da görebileceğiniz gibi paylaşım yapmamın vakti geldi de geçiyor değerli okurlar. Elbette bu yazımda sizlere coronavirus nedir ne değildir anlatacak değilim çünkü gündemi meşgul eden bir şeyden bahsetmem pek de doğru olmaz. Şu zamanlarda neler yaptığımdan ve neler öğrendiğimden bahsedeceğim sadece. Siz evde duran arkadaşlarımızın da hoşuna gidecek postlar serisi olacağını umuyorum.
 
       Bu seride sizlere birbirinden güzel filmlerden, youtube kanallarından, mobil uygulamalarından ve daha bir çok hoşunuza gidecek veya işinize yarayacak zaman oldürmeliklerden bahsedeceğim. İlk yayınımda bunun duyurusunu yapmış olayım, diğer postta paylaşımlara başlayacağım takipte kalın.


05 Şubat 2020

92. Akademi Ödülleri




    Merhaba değerli okurlar. Günler geçti aylar geçti ve 2019 yılını tamamladık. 2019 yılı bize bir çok şey gösterdi. Bazı günler ağladık bazı günler ise güldük. Bazı günler ise film izledik. İzlediğimiz bu filmlerin bir kısmının akademide boy göstermesine de sayılı günler kaldı.
 



Yayına başlamadan önce söylemek istediğim önemli bir şey daha var. 2019'da çok film izledim ve izlediğim filmlerin hepsini buraya sığdıramayacağım için gerçekten üzgünüm. Umarım 2020'de izlediğim hemen her film için başlık açma imkanı bulabilirim.

    Geçen sene olduğu gibi bu sene de film sektörü beni pek de mutlu etmiş değil. Çok güzel filmler izledik fakat nedense filmlerde eksilen bir şeyler olmuş. Sanki hissettirmesi gereken duyguyu iyi bir şekilde hissetiremiyormuş gibi. Umarım 2020 bizi kaliteli filmler ile karşılar, sanırım 2020 beklentilerimden birisi de bu.

      Bu sene öne çıkan filmlerden bahsetmek istiyorum sizlere. İlk olarak bahsedeceğim film, 2019 yılının en çok ses getiren filmlerinden biri olan Joker olacak.





    JOKER: DC evreninden bir hikayeyi anlatıyor bize. Joker karakterinin köküne inmemizi sağlayan bir filmi sunuyor bize. Psikolojik unsurları bünyesinde barındıran bir film olmasıyla birlikte, bu unsurları seyirciye başarılı bir şekilde aktarmış bulunmakta bu film. Filmin görüntü yönetimini gerçekten başarılı buldum, bütçesi ortalamada olan filme göre gayet güzel iş çıkarmışlar gibi görünüyor.
   Joaquin Phoenix, bu film için gerçekten çok çalıştığını göstermiş ve seyircinin de sevgisini kazanmış durumda. Tanıdığım ve eleştirilerini okuduğum çoğu insan, Phoenix hakkında fazlasıyla olumlu yorumlarda bulunuyorlar.
    Yönetmen koltuğunda oturan Todd Phillips, benim izlemekten pek de hoşlanmadığım yapımlarda yönetmenlik yapmış bir kişi. Eminim Phillips böyle çok büyük bir yapımın bir parçası olduğu için mutlu hissediyordur.
 






   THE IRISHMAN: Hepimizin çok yakından tanıdığı kadroyla sunulmuş film bize. Filmi bize netflix, sinema sektörüne attığı adımın boyutunu arttırdığını görüyoruz.

    Filmde hoşuma gitmeyen iki şey vardı; birincisi, cgi kullanımının yoğunluğu bazı kısımlarda sinirlerimi bozdu. Cgi çok yoğun kullanıldığı için bu cgi'ı hissetmek filmi izlerken rahatsız ediyordu. İkincisi, filmin uzun olması oldu. Sanki konuyu biraz da uzatmak istemişler gibi göründü. Dolu dolu bir 3 saat olması benim için gayet iyi olabilirdi.

   Oyuncular hakkında pek bir şey söylemeye gerek duymuyorum çünkü hepsi de başarılı bir iş koymuş ortaya. Özellikle Al Pacino doğallığı ile beni büyüledi. Sanki tarihteki bir kişi izliyormuşum gibi hissettim Al Pacino'nun sahnelerinde.









   ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD: Çoğu kişi gibi benim de uzun bir süre beklediğim bir film oldu. Kadroda Brad Pitt, Leonardo DiCaprio ve Quentin Tarantino var. Hani böyle bir kadroyu merakla beklememenin çok zor olacağını düşünüyorum. Filmi bu kadar zaman beklememe rağmen çıtayı yüksek tutmadım. Mükemmel bir film  beklemiyordum, benim beklediğim bu kadronun tatmin edici film ortaya çıkarmasıydı. Hayalimdekine çok yakın duygulara girdim filmi izlerken. Yani demem o ki film beni herçekten de tatmin etti.
    Yönetmen koltuğunda Tarantino var. İlk başlarda çok sert bir film bekliyordum açıkçası. Biraz da kan görmeyi bekliyordum filmi izlemeden önce. İnanın bana çok sert bir film olmasa bile, sert bir film izlemiş kadar etti sağolsun.
    Sanırım oyuncular hakkında konuşmaya pek gerek yok. Brad Pitt ve DiCaprio mükemmel bir oyunculuk sergilemişler. Brad Pitt'in oyunculuğunu ayrıca beğendim. Cuk diye oturmuş diyebileceğim bir karakteri canlandırıyor yine




 
  KLAUS: Sizlere kış hakkında "ŞU" postta güzel gördüğüm detaylardan bahsetmeye çalışmıştım. Bu film sanırım benim kışım için çok güzel bir film oldu. Filmde çoğumuzun bildiği bir hikayeyi yeni karakterler ekleyerek yazmış ve yönetmiş Sergio Pablos. Övgü sadece yönetmene değil emeği geçen herkese. Sanatsal açıdan bir animasyon filme göre üst seviyede olan bir yapım ortaya koymuşlar. Kesinlikle en iyi animasyon ödülünü hak ettiklerini düşünüyorum. BAFTA ödüllerinde hak ettikleri ödülü aldılar. Aynı ödülü Oscar'da da almaları dileğiyle diyeyim...












İnsanın Elinden Kayan Yaşamı

      Selamlar değerli okurlar. Buralara uğramayalı yaklaşık bir yıl oldu. Keyifle yazdığım blogum, iş hayatıma yoğunlaşmamla birlikte diğer...