03 Eylül 2017

Micro:Bit | Artık Çocuklarınız da Birer Mühendis!



           Artık çocuklarımızın basit anahtar devresi ile ampul yakma deneyi devri kapandı. Porgramlanabilir devreler var artık. Programlanabilir devreler eskiden çocukların için uygun değildi biraz ağır dillere sahipti o sistemler. Sanırım bu sebebi göz önünde bulunduran BBC şirketi olaya el atıp, çocuklar için programlanabilir, basit ve üzerinde mini ledler bulunan mikrodenetleyici geliştirdi. Ne oluğunu incelediğim zaman gayet mantıklı ve kullanışlı bir devre olduğunu fark ettim. Benim kodlama sistemini öğrenmem sadece bir dakikamı aldı. Çocuklarımızın analitik ve algoritmik düşünce sistemi konusunda kendilerini şiddetli bir şekilde geliştirebileceği bir devre bu. Benim tavsiyem, çocuğunuz varsa eğer mutlaka bu aletten satın alıp bazı uygulamaları birlikte yapmanız.



Ebeveynler:
           Biliyorsunuz gelişim her zaman olduğu gibi şuan da çok önemli. Ne kadar hızlı gelişebilirsek hayatta da o kadar başarılı oluyoruz. Orantı doğru bir şekilde ilerliyor anlayacağınız. Artık siber çağda olduğumuzu da söyleyebileceğim gibi dünyanın da vazgeçilmezlerinin değiştiğini söyleyebilirim. Elektrik ve onun getirdiği Elektronik, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Çocuklarımızı geleceğe daha iyi hazırlayabilmek için teknolojiden uzak tutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Teknoloji derken kastettiğim ellerine tablet veya bilgisayar vermek değil. tablet ve bilgisayarların içinde, çocukları tabii çeken uygulamalar ve videolar mevcut. Tek derdi para olan şirketlerin çocuklarınızın hayatını karartmalarına müsaade etmeyin. Üzülerek söylüyorum ki ellerine tableti verip saçma sapan şeyleri tekrar etmesini izlemek; sizin, çocuğunuza olan en büyük kötülüğünüz oluyor.

Çocuklarınızın yüz ifadelerini izleyin:
           Çocuklarınız tablet denen illetle uğraşırken onların hareketlerini gözlemleyin. Gözlerindeki boşluğu göreceksiniz, dünyadan tamamen koptuklarını ve hissizleştiklerini göreceksiniz. Aradan geçen zamanla gerçek hayattan soyutlandığını da göreceksiniz. Umarım soyutlandığını göremeden
önleminizi alın.





Bu kadar ciddiyet yeterli:
            Evet arkadaşlar konuyu birazcık saptırdığımı fark ettim ve konuma tekrar geri dönüş yapayım. Eğer bu aletten satın alırsanız hem siz yeni şeyler öğrenmiş olacaksınız hem de çocuğunuzun bir şeyler üretme isteğini körüklemiş olacaksınız. Çocuğunuz artık bir küçük mucit haline gelecektir zamanlar. Micro:Bit devresi zamanla yetersiz geldiği zaman daha üst seviyelere de geçeceksiniz.












         Eğer bu devreden satın almak isteyen varsa veya sorusu olan olursa yorum bırakabilirler veya mail adresimden mail gönderebilirler. 



Buyrun bir de robotistan.com'un yaptığı videoyu izleyin:


Ağustos Film Güncesi #2017

   Günlerin nasıl geçtiğini hiçbir şekilde anlayamıyoruz değil mi. Temmuz ayındaki gönderimi dün göndermişim gibi hissediyorum. Kuralımın dışına çıkmamak için her ay izlemiş olduğum filmleri paylaşmak zorundayım. Bir gün bloguma daha fazla paylaşımlar ekleyeceğim. Omuzlarımdaki yük azaldığı zaman yapacağım bunu.
 
   Bu ay Tim Burton isimli adama takmış durumdayım. Yapıtları gerçekten bana yakın ve samimi gelmekte. Sebebini bilmemekle birlikte hangi filmin yapımında yer aldıysa izlemek istiyorum.

    Bakalım neler izlemişim bu ay:

 




 

27 Temmuz 2017

Temmuz Film Güncesi #2017

    Herkese merhabalar. Her ay izleyip beğendiğim filmleri sizlerle paylaşma kararı almıştım geçen ay. Blogda çok az paylaşım yapıyorum. En azından ayda bir (en az) paylaşım yapayım dedim kendime. Blog başı boş bırakılmamalı değil mi?
 
    Bugünkü paylaştığım filmler genelde dram ağırlıklı. Aslında genelde demeyelim ona, tamamen dram filmlerinden oluşuyor

                                    

22 Haziran 2017

Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?




                        Merhabalar değerli okurlar. Bu yazımızda çok güzel bir ütopyaya gidiyoruz, Patronus’ların, Expelliarmus’ların olduğu ütopyaya gidiyoruz. Bu yayın benim için önemli çünkü Son zamanlarda Harry Potter evreni gerçekten bağımlılık haline gelen bir ütopya oldu benim için.
                        Çocukken izleyip bıraktığım ve yaklaşık 1 ay önce filmin tekrar aklıma gelmesiyle nüksetti her şey. Finallere çalışmaktı, iş yapmaktı beni tamamen toplumsal yapıdan uzaklaştırılmış bir halde aklıma geldi Harry Potter. İzleyeyim dedim madem,”Çocukken çok severdim, o kadar seri çıkarttılar öküzlük yapıp izlemedim!” dedim kendi kendime. Kendi kendime de konuştuktan sonra kitabı defteri bir kenara koyup, serinin “Harry Potter ve Felsefe Taşı” isimli ilk bölümünüm açtım ve izlemeye başladım. Çocukken izlemiş olduğum bir film olduğundan; Harry, Ron ve Hermonie üçlüsünü bir arkadaş olarak benimsemiştim filmin başında. Bu durum beni filme çok daha yakınlaştırdı. Felsefe Taşı’nı baştan sona kadar Keyifle izledim. Bayılmıştım filme, Harry Potter’ın diğer serilerini de merak ettiğim için hemen “Sırlar odası” adlı filmini de açtım; fakat birden beynim tarafından bana karşı bir ses geldi:
          “Levent! Yapmamalısın. Bu kadar keyif aldığın bir filmi bir güne yaymak mı iyidir yoksa kocaman Ay’a yaymak mı?” dedi beyin. Şaşırmıştım:
         “Bir Ay mı? Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Bu filmi bir Aya yayarsam eğer, bir sonraki filmi düşünerek kanser olurum ben. O kadar sınavın, işin içinde yapamam bunu! Pazarlık yapalım bence” dedim biraz öfkeli ve biraz şaşkın halimle. Beyin’in bu tepkime karşılık biraz daha sert davranacağını düşünmüştüm fakat Çok sıkıntılar çekmiş olduğumu bildiği için bana müthiş bir iyilik yapıp:
        “Tamam, o zaman, senin için bu Harry Potter serilerini izleme süresini minimum 1 haftaya indiriyorum. Ama sadece bu film için! Bu tek seferlik bir iyi niyet sadece!” dedi. Ardından ekledim:
       “Teşekkür ederim aziz dostum!” Beyin artık komut vermeyi kesmişti.

                        Beyin ile aramda geçen diyalog bundan ibaretti işte. Benim serüvenim bu şekilde başlamış oldu. Bu film serisine başladığım için o kadar mutluyum ve bu filmi daha önce izlemediğim için o kadar kızıyorum ki kendime.
                        Harry Potter serilerini izlerken farklı mood’lara büründüm. Çeşit çeşit hem de. Film serisinin her saniyesinden ayrı bir zevk aldım diyebilirim. Zaten film serisi bittikten sonraki günlerde Harry Potter evrenini araştırmaya koyuldum. Geçmişte neler oldu, şu kimdir, bu kimdir, Harry potter bilinmeyenleri, falandı filandı hepsini araştırmaya başladım. İşte bu araştırmalar sırasında bir şey hatırladım. Harry Potter evreni içinde olan yeni bir film çıkmıştı. Bu anımsadığım şey de bizi şu an yazdığım yazıya getiriyor işte arkadaşlar.
                       



                       Yepyeni bir film var karşımızda (Benim için) Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar? Orijinal ismi ile: Fantastic Beasts and Where to Find Them


                        Bu film, Harry Potter evreninde 1920' yıllarında geçiyor yani Harry potter karakterlerinin doğumundan çok öncesini anlatıyor. Hatta Voldemort’un 4-5 yaşlarında olduğu zamanlarda geçiyor; fakat bu filmin ne Harry ile ne de Voldemort ile bir ilgisi var. Sadece o evrende Newt isimli, yetenekli bir Canavarsever’in başından geçenleri anlatıyor ve bu sefer Amerika’dayız. Biliyorum İngiltere’de olmaya çok alışmıştık fakat J.K. Rowling ablamız ortam değişikliği yapıp New York’a götürdü bizi öpüp başımıza koyalım bence… New York, İngiltere’ye benzemiyor büyücüler âleminde. Mesela Orada Muggle’lar Büyüdışı ismiyle anılıyorlar. Oralarda (New York’ta) bir Muggle “Büyüdışı” ile arkadaşlık kurmak veya sevgili olmak bir suçtur. Çünkü zamanında insanlardan çok çekmişler. Büyücü oldukları için katledilmişler. Bizim gariban büyücülerimizde mecburiyetten büyücü güçlerini saklamaya başlamışlar ve Muggle’larla iletişimi tamamen kesmişler. İşte bu durum bizi tam da filmin konusuna götürüyor açıkçası. Bu sebepten ötürü çok deşmeyeceğim bu konuyu.
                        Film gerçekten kaliteli bir yapıya sahip olduğu kanısındayım. Gerek hikâyesi olsun gerek ortamlar olsun iyi bir iş çıkartmışlar. Asla Hogwarts’ın yerini tutamaz, yanından bile geçemez fakat sıradan bir film için gayet iyi bir yapıda. Hikâyesi bir konuda gerçekten ilgi çekici geldi bana. Sanırım bu ilgi çekici gelmesinin sebebi Newt karakterinin anımsattığı başka bir karakter oldu. Newt karakteri biraz olsun bana Hagrid’i hatırlattı (Hagrid’i tanırsınız) Hagrid ile ortak yanları var, ikisi de canavarları (beast) çok seviyor ve onları korumaya çalışıyor. Hagrid abimizi anımsattığı için filmin başlarında Newt karakteri benden iyi bir not aldı diyebilirim. Hayatını canavarları korumaya adamış bir başrol var karşımızda. Onları insanlardan koruyup, besleyen, nesillerini sürdürmelerini sağlayan koca yürekli bir başrol…



20 Haziran 2017

Haziran Film Güncesi #2017

       Merhabalar değerli okurlar. Bugünkü yayınımda bu ay izlediğim filmlerden bahsediyorum. Burada gösterdiğim filmler tavsiye ettiğim filmlerdir. İzlediğim filmlerin hepsini değil de tavsiye ettiklerimi ekliyorum bu yayına.
      Sanırım bu ay dram türüne biraz fazla yöneldim. Eskiden çok izlemezdim ve sebebini bilmiyorum. Dram türünden başka bir türde film izlemek içimden gelmiyor. Arkadaşlarım ısrar ederse sinemada başka bir türe gidiyorum; fakat evde yalnız başıma izleyeceksem, dram olmalı o film.

      Finallerdi falandı derken bu kadarcık film izleyebilmişim. Her ay beğendiğim filmleri sizlerle paylaşacağım. Böyle bir seri başlatmak istemiştim. Umarım film yorumlarını da yapabilecek zamanım olabilir.







02 Haziran 2017

Wheel Survival Games (Çark Kurtuluş Oyunları)

       Bugün sizlere muhteşem bir reality show'dan bahsetmek istiyorum. 6 farklı bölge ve 6 farklı insan yarışıyor bu programda. Evet isminden de gördüğümüz gibi çark bu hayatta kalma oyununun temel kuralıdır. Dolunay ve yarımayın olduğu günlerde çark dönüyor ve yarışmacılar yer değiştiriyor. Sanırım adaletsizliği önlemek için yapılmış bir uygulama bu. Bence çok mantıklı bir uygulama bu çark olayı.
       İzlemenizi öneriyorum. Gerçekten insanların neler yaşadığını öğreniyorsunuz ve nelerden ders aldıklarını görebiliyorsunuz. Bunları izlemek büyük bir zevk. Ülkemizde gördüğünüz survivor yarışmasıyla televizyonlarımızı kanser eden insanlarla doldu televizyonlarımız. İnsanların tek amacının izleyicileri etkilemek olduğunu fark edemiyoruz kumanda elimizdeyken.


26 Şubat 2017

Roverandom - Kitap Yorumu

       Roverandom... tuhaf bir ismi olduğu için kitabın ismini çok çabuk unutabiliyorsunuz. Kitabı okumaktayken kitabın ismini unuttuğumu fark edip kapağa baktığım çok oldu. Benim için çok farklı oldu bu kitap.
       Yazarımız "J. R. R. Tolkien". kim bu Tolkien diyecek olursanız; Şu devasa evreni olan Yüzüklerin Efendisi var ya hani, işte o evrenin yaratıcısıdır kendisi. Hayal gücünü az çok tahmin edebilirsiniz. Tolkien bu hayal gücünü Roverandom kitabında da kullanmış. Hayatının beli kısımlarında yaşadıklarından yola çıkarak oluşturmuş bu kitabı. Kısacası kitabında kendi hayatına göndermeler yapmış diyebiliriz. Kitabını ise oğluna adamıştır
     
     Rover adında bir köpeği anlatır Roverandom kitabı. Rover adlı köpek çok mutluyken, sarı topunu ısırmayı severken bir gün karşısına bir büyücü çıkıveriyor. Büyücünün bir hareketinden dolayı çok sinirlenip yapışıyor büyücünün paçasına ve o paçadan bir karış kumaş yırtıyor. Bu harekete karşı büyücü de boş durmuyor tabiiki... son güçlü büyüsünü de Rover üzerinde kullanıyor ve Rover'ı bir oyuncak köpeğe dönüştürüp bir oyuncakçının rafına yerleştiriyor. İşte asıl macera buradan sonra başlıyor. Rover eski haline geri dönüp eski hayatında mütemadiyen yaptığı şeyleri yapmaya devam etmek istiyor. Bunun için de başından büyük maceralar geçiyor. Dünyanın uydusu olan Ay'a mı gitmiyor dersiniz; Dibinde ne olduğunu bilmediğimiz okyanusa mı dalmıyor dersiniz...

      Çok tatlı bir macera romanı olarak adlandırabiliriz. Çerezlik okunacak bir şey. Eğer bir çocuğunuz varsa, çocuğunuza mutlaka anlatmanızı gerektirecek bir hikaye.


17 Şubat 2017

Yeni Video - İlk Video!

       Hayatımda ilk defa bir ders videosu çekmiş olmanın mutluluğuyla yazıyorum satırları. İlk videomda burun çekmesiyle tamamlamışım cümlelerimi. Videyu düzenlersen burun çekme ve öksürme seslerini absorbe etmeye çalıştım elimden geldiği kadar, fakat olduğu kadar diyelim işte.              İnsanlara yardımcı olabilmek, onların ileride işlerine yarabilecek şeyler üretmek çok harika hissettiriyor. Belki bu videolarımın sayısını artırabilirim. Eğer artırabilirsem muazzam olur. Hem ben çok şey öğrenmiş olurum hem de videoyu izleyenler çok şey öğrenmiş olurlar.
       Bu yazıyı okuyanlara sesleniyorum buradan. Bildiğiniz bir şeyler varsa, başka insanların da öğrenmesini istiyorsanız. Bir video çekin ve elinizden geldiği kadar öğretmeye çalışın. Öğreticilik kutsal bir şeydir bunu çok daha iyi anlayabiliyorum.


13 Şubat 2017

İLK MİM! Reklamlardaki Gibi Olmayan Şeyler

         Öncelikle Yine Bir Gün Biz Böyle blogunun sahibi olan Özlem Kutlu'ya teşekkür ederim mimi bana fırlattığı için.

        Reklamlardaki Gibi Olmayan Şeyler dendiğinde aklıma ilk olarak Çamaşır Deterjanı reklamları geldi. Çünkü Siyahları siyah gibi, beyazları da beyaz gibi yapan bir çamaşır deterjanına rastlamadım şimdiye kadar. Bekar evi mensubu olarak bu konudaki tecrübelerimle konuşuyorum. Atletime yemeğin yağlı ve kırmızı sosu döküldüğü zaman o izin çıkmıyor. Orada kalıyor öylece. Zamanla, yıkandıkça rengi soluyor sadece. Bir deterjanın makinede öyle bir lekeyi çıkarttığını görmedim.
         Yine atletten devam edeceğim konuya; çünkü atlet giymeyi severim ben. Reklamlarda beyazlar başka firmanın deterjanı ile yıkandığı zaman renginin griye çaldığı görünüyor. Atletimin renginin zamanla griye döndüğünü görmedim. Yani yeni aldığım atletle aynı renk oluyor; Tek farkı yıpranması oluyor. Bana en yalan gelen kısmı budur. Adamlar photosop'u açıyor ve "Dodge Tool" ile üzerinden geçiyorlar, aşağıdaki fotoğrafta göreceğiniz gibi:


           Geldi sıra mimi fırlatmaya. Buralarda yeni sayıldığım için takipçileri yazabileceğim sadece cevaplasınlar bakalım merak ediyorum cevaplarını:



18 Ocak 2017

Game Developer olmak!

    Merhaba değerli okurlar. Bugün sizlere “Game Developer” yani oyun geliştiricisi olmanın nasıl olduğundan söz edeceğim. Neden bu konuyu seçtin diyecek olursanız, bu soruya çok kolay bir cevap verebilirim: Oyun geliştiricisi olduğumu öğrenen her insan hayatında ilk kez bir oyun geliştiricisiyle tanıştığını söylüyor ve ilgi duyuyor bu duruma haliyle. İnsanlar daha önce böyle bir meslek olduğunu düşünmediklerinden bu konuya çok uzak kalabiliyorlar ve her insana anlattığım tonlarca kelimeyi anlatıveriyorum. 


   "Game Developer" ne demek ondan bahsedeyim öncelikle: Basittir anlamı, telefonunuzda ve bilgisayarınızda oyunlar var ya hani... heh onları biz yapıyoruz işte. O oyunda gördüğünüz grafikleri, sesleri ve kodları bizler yapıyoruz. 3D grafik modellenir, ona uygun resim yapılır, resim grafiğe entegre edilir, grafiğin animasyonu yapılır, animasyona uyumlu sesler hazırlanır, ne yapıldığında animasyonun devreye gireceğine dair kodlar yazılır ve bu yapılanlar oyuna eklenir. Şu an oyundaki karakterin koşması için gerekenleri anlattım. Öncelikle bize bir koşma adayı lazım. Bu adayı 3D olarak modelledik(1), eee karakterin ağzı yüzü giysisi hiçbir şeyi yok… hemen ona uygun bir şeyler çizip modele eklenmeli(2). Evet karakteri ağzı yüzü var fakat hareket etmiyor hemen animasyon yapmalıyız(3). Evet çok hoş oldu koşması da. Bu adam hiç mi ses çıkartmıyor, kulaklığım bozulmamıştır umarım… yok kulaklık bozuk değil karakterin sesi yok! hemen karaktere ses eklemeliyiz(4). Evet sesi ekledik muazzam oldu. Karakterimiz olduğu yerde sonsuza dek koşuyor… neden sonsuza dek koşuyor?! Sonsuza dek koşmasın arkadaşım! ne zaman koşup ne zaman koşmayacağını kullanıcı karar versin; kodlarını yazalım çabucak(5)!.. Kodlarını da yazdık ve işte karşınızda siz istediğiniz zaman koşan bir karakter! Size en basitinden koşan karakterin yapım aşaması…
        Şimdi bir düşünün bakalım bir tuşa basınca karakter koşuyor ve aynı tuşa bastığımızda duruyor. Böyle bir oyun gördünüz mü hiç? Tabii ki görmediniz! Böyle saçma bir oyun olur mu? Olmadığı için çok uğraşıyoruz biz Game Developer'lar. Karakterimiz yürüyor, koşuyor, soluklanıyor, Fiziksel bir ortamda bulunuyor; etrafında eşyalar var, o eşyalarla etkileşime giriyor; En önemlisi ise karakterimizin bir hikayesi var. Yaşanmışlıkları ve yaşanacakları var… karakterimizin koşması bir anlam ifade etmez. Onu yaşatmamız gerekir. İşte bu işi yapıyoruz biz Game Developer’lar. Umarım anlaşılabilir bir şekilde anlatmışımdır. Kafanıza takılanları yorumlarınızda belirtebilirsiniz.

Çizerek anlatmak istedim de birazcık..





     Oyun yapma işine “Hello World!” ile başlarsınız. İlk yazdığınız yazılım bu olur. Yazılımı açarsınız ve size “Merhaba Dünya” der. Belli emek ve uğraşlardan sonra “Hello World” yazılımını yazdığında gözlerine inanamayan insan, yeni bir evren yaratmış. Bu mutluluğu kavrayabilmenizi istiyorum. Sizin yarattığınız bir dünya ve sizin kurallarınız... Siz ne isterseniz o. Bakmayın yazılımcıların asosyal olduğuna. Sanal dünya dış dünyadan daha merhametli. O yüzden dış dünyaya meraklı olmuyorlar. Bundan ötürü bu insanlarla dalga geçmeden önce biraz düşünmek gerek derim. “Neden?” diye sormalı.


Neden yapıyoruz oyunları?
Beyond Eyes
      "Neden oyun yapıyorsunuz?" sorusu kişiden kişiye çok değişkenlik gösterebiliyor. Kimi para için yapıyor, kimi de kendisi için yapıyor. Bana soracak olursanız benim oyun yapmadaki amacım, insanların hoşuna gidecek şeyler üretmek. İnsanların bir şekilde sevebileceği şeyler ortaya koyabilmek. Henüz kişisel, tek başıma yaptığım bir oyun yok; fakat bu görüşü benimsediğim için bir gün piyasaya sürdüğüm oyun kâr amacı gütmeyecek. Tabii oyunu kendim için de yapıyorum. Yeni bir dünya yaratıyorum ve orada yepyeni bir evren var. Dünyadan farklı bir ortamın olması bile bana yeterli oluyor aslında. Süsledikçe süslüyorum o evreni. Bu beni gerçekten çok mutlu ediyor.


Gone Home
     Şu zamanlar araştırma sürecindeyim; Walking Simulator (Gone Home, Firewatch, Dear Esther tarzı oyun) türünde bir oyun yapmayı hedefliyorum. Projeye başlamadan önce çok uzun bir süreç gerekli. Her şeyin önceden düşünülmesi gerek ki yaptığımız şey proje halini alsın. İlk önce oyunun hikayesi düşünülecek. Hikaye konusunda karar alındıktan sonra kullanılacak stil, ortamlar, müzikler, grafikler, nesneler bu hikayeye göre yapılmaya başlanacak. Walking Simulator yaptığım için hikaye çok önemli. Hikayesiz oyun bir hiç olacağından, öncelikle hikayeyi yazmak gerekiyor. Bu hikayenin çok etkileyici olması gerek. Hikaye yazıldıktan sonra hikayeye gerçekten uyacak grafikler gerekiyor. Grafiklerinin uyumluluğuna da takımca karar verilecek. Tek kişinin görüşü değil bir çok kişinin görüşü önemli. Halk için yaptığın oyunun grafiklerini çoğunluğun beğenmesi gerekli. Yaptım güzel oldu diye bir şey yok yani. Kendiniz için oyun yapıyorsanız istediğinizi yapabilirsiniz, özgürsünüz.


Firewatch

      Sanırım anlatacaklarım bu kadardı. Çok daha uzun anlatmak isterdim fakat aklımda çok fazla şey var bu konu hakkında. Kafamdaki belli bir sıraya koyamıyorum. Bu durum benim en büyük sıkıntım var. Anlatsam anlattığım her şeyi kendim anlayacağım işte. Fakat sorunuz olursa mutlaka yorumlara ekleyin. Ne olursa olsun cevaplamaya çalışacağım. Okuyan herkese teşekkürler...

14 Ocak 2017

Yolculuk başlıyor!..



     İlk defa kişisel bir blog yazıyorum şu an. Yaklaşık 3 saat sonra yola çıkacağım. Neden yazdığımı bilmiyorum, normalde kendim hakkımda bir şeyler yazmak pek hoşuma gitmez. Gelecek zamanda yazar mıyım onu da bilmiyorum. Bugünlük böyle farklı bir şey yapmak istedim diyelim. Monoton bir hayatın götürülerinden bir nebze uzaklaşmak için iyi bir adım olabilir.

    Bugün evim olan İstanbul'a dönüyorum. Isparta'da Süleyman Demirel Üniversitesi'nde, Elektrik-Elektronik Mühendisliği okuyorum. Isparta'da okuduğumdan dolayı okul dönemi Isparta'dayım, tatil dönemlerinde de İstanbul'dayım. Yolculuk 8-9 saat sürüyor ve ben bu 8-9 saate yapacaklarımı hazırlıyorum; Kitap,dizi,film,oyun ne bulursam hazırlıyorum yolculuk için, yoksa çok sıkıcı oluyor yahu. Düşünsenize 8 saat boyunca oturup beklediğinizi. Dehşet verici bir durum ve ben dehşet verici durumlardan nefret ederim.


    Yanıma sıkılmamak için bilgisayarımı ve Sır adlı bir kitabı aldım. Bilgisayarda Celal Şengör ve İlber Ortaylının katıldığı bir program var 3.5 saat uzunluğunda. Yolumu yarılamış oluyorum bu programı izlediğimde. Bu keyif verici. Bu ara çok takım bilim insanları ve tarihçilerin ilişkilerine. Sebebini bilmiyorum ama sempati duymaya başladım bu insanlara karşı. Ne kadar sıkıcı gibi gelse de konuşmaları, (eskiden sıkılırdım.) gerçekten anlayarak dinlediğiniz zaman fazlasıyla keyif alabiliyorsunuz bu tarz söyleşilerden.



     Yanımda olan 2. item ise film arşivi. içinden 6-7 civarı izlemediğim film olduğu için onları izleyebilirim veya Breaking Bad dizisine kaldığım yerden devam edebilirim. Bu filmlere de vakit ayırdıktan sonra okuyabileceğim ve henüz başlamadığım bir kitap var elimde. Bu kitabı bir ay önce taşındığım evde buldum. İçeriği hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Merakta ediyorum çünkü kitap ile ilgili hiçbir şey okumadım araştırmadım. Neyle karşılaşacağımı yolda göreceğim bana biraz da olsun heyecan katan bu.






     Yolculuğa çıkmak insana iyi geliyor. Bunu her seferinde fark ediyorum. Her gün aynı şeyleri yaptığımız hayattan çok farklı şeyler yapıyoruz yolculuk gününde. Bir devleti paramparça ettiğinizi düşünün bir günlüğüne tüm düzeni yok ediyorsunuz. Söylediğime siyasal bir anlam yüklemeyin, düzen karşıtı bir insan değilim. Söylemek istediğim, yolculukta bir günü çok fazlasıyla farklı geçirdiğimiz ve devlette bunu betimlemek için kullanılan bir metafor. Yanlış anlaşılmalar kötü sonuçlar doğurabiliyor.
      Farklı bir şeyler yapmaktan bahsetmiştim. Monotonluktan kurtulmak için yaz ayını Amerika'da geçirmeye karar verdim Work and Travel programı ile. Mülakatı geçtim ve kayıt yaptırmaya hak kazandım. İstanbul'a gittiğimde gerekli işlemleri yapıp Amerika'ya gitmeyi garantileyeceğim.(lanet bir aksilik olmazsa.) Amerika'dan yazılar yazarım videolar çekerim çok harika bir deneyim olacak sanırım.

     İstanbul'daki evimde internet olmadığı için yolculuktayken çektiğim fotoğrafları vs. paylaşamayacağım. Gördüğüm şeyin fotoğrafını çekip buraya eklemek isterdim fakat internetsizlikten ötürü sadece gitmeden önceki şeyleri yazabiliyorum şimdilik. Belki İstanbul dönüşü bir şeyler ekleyebilirim.

07 Ocak 2017

Rémi LaBarre

        Yorumumu isteyecek olursanız. Ben cool ve ciddi resimler diyeceğim bu sanatçının yapıtlarında. Jazz müziğin ağırlığını çizimlerinde bolca kullandığını görebilirsiniz. Sabit bir konsept üzerinden ilerliyor. Web Sitesi facebook





İnsanın Elinden Kayan Yaşamı

      Selamlar değerli okurlar. Buralara uğramayalı yaklaşık bir yıl oldu. Keyifle yazdığım blogum, iş hayatıma yoğunlaşmamla birlikte diğer...